17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu

17 Aralık soruşturması veya 2013 Türkiye Rüşvet Skandalı

25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Soruşturması

17 Aralık yolsuzluk soruşturması sonrasında siyasal iktidar tarafından ortaya atılan iddiaların temelinde devlet içinde bir paralel devlet oluşturulduğu ve siyasal iktidara “darbe” yaptığı yer almaktadır.

Demokrasi ve medyaya darbe operasyonunda son gelişmeleri

Uluslararası ajanslar, 14 Aralık'ta yapılan medyaya darbe operasyonunun ardından alınan tutuklama ve tahliye kararlarını abonelerine 'acil' koduyla duyurdu.

Hükümetin Halktan gizledikleri

Hükümetin Halktan gizledikleri bütün Olaylar

Hükümet ve Imralı görüşmeleri

Kandil'de bulunan PKK'nin çatı örgütü KCK'nin Eş Başkanı Bese Hozat, İmralı'da Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmelerin bugünkü durumda sorunun demokratik çözümüne etki etmediğini, hükümetin hiçbir müzakere olmamasını istediğini öne sürdü. Hozat, bugünkü tablonun 'Oyalama siyasetinin malzemesi' olduğunu savundu.

16 Ocak 2015 Cuma

Fransa’da bir rehine krizi daha!

Fransa’nın başkenti Paris’te bir posta ofisinde 3 kişinin rehin alındığı duyuruldu.
Fransız RTL radyosuna dayandırılan haberde Paris’in kuzeydoğusunda Colombes semtinde bir posta ofisine 3 kişi silahlı adamlar tarafından rehin alındı.
Polis ekipleri olay yerine sevkedildi. Fransız medyası, olayın terör öylemi değil soygun girişimi olduğunu iddia etti.
Fransa geçtiğimiz hafta terör saldırılarıyla sarsılmıştı. Paris’te 7 Ocak’ta başlayan ve 3 gün süren saldırı ve rehine krizlerinde 17 kişi hayatını kaybetmişti.

ASELSAN'da şoke eden bir ölüm daha!

ASELSAN'da elektrik elektronik mühendisi olarak çalışan Erdem Uğur(28), evinde ölü bulundu. Daha önce de ASELSAN'da çalışan 4 mühendis şüpheli bir şekilde hayatlarını kaybetmişti.

Olay, sabah saatlerinde Çankaya Cebeci Mahallesi Akat Sokak 4/2'de gerçekleşti. İki gün önce iş arkadaşlarına mesaj atan Erdem Uğur, rahatsız olduğunu ve işe gelemeyeceğini söyledi. Dahal sonra Erdem Uğur'dan haber alamayan arkadaşları, durumunu öğrenmek için evine geldi. Kapıyı çalan arkadaşları içerden ses gelmeyince polise bildirdi.

'DİKKAT GAZ AÇIK'

Çilingir yardımıyla içeri giren polis, girişte, 'Dikkat gaz açık' yazılı kağıdı fark etti. Polis, Uğur'u yatağında hareketsiz halde buldu. Polis, ayrıca Uğur'un yatağının yanında bir adet mutfak tüpü ile tüpün bağlı hortumunun yorganın altında olduğunu gördü. Ortamda yoğun gaz olduğu anlaşıldı. Sağlık ekiplerinin yaptığı kontrollerde şahsın hayatını kaybettiği belirlendi. İlk belirlemelere göre, Erdem Uğur'un gaz zehirlenmesi sonucu öldüğü ifade edildi.

POLİS İNCELEMEYİ MASKEYLE YAPTI

Daha önce de 4 ASELSAN mühendisinin şüpheli biçimde ölmesi nedeniyle Erdem Uğur'un ölümüyle ilgili Başkent polisi alarma geçti. Asayiş ekipleri yanı sıra Cinayet Büro dedektifleri de olay yerine geldi. Ekipler, bina çevresinde araştırma yaptı. Olay Yeri İnceleme ekipleri de içerdeki yoğun gaz nedeniyle çalışmalarını maskeyle gerçekleştirdi. Detaylı parmak izi araması yapıldı. İncelemelerin ardından toplanan deliller, torbalarla polis aracına taşındı. Şahsın evinde bulunan A4 kağıdına yazılı, 'Dikkat gaz açık' yazısı da incelenmek üzere emniyete götürüldü.

BİNANIN DOĞAL GAZI ÖNCEKİ GÜN İHBAR ÜZERİNE KESİLMİŞ


Apartmandaki vatandaşların, önceki akşam yoğun gaz nedeniyle, Başkent Gaz'a ihbarda bulunduğu ve binanın gazının kesildiği öğrenildi. Başkent Gaz, görevlileri bugün ikinci kez gelip inceleme yaptı.

İzmirli ve bekar olduğu bildirilen mühendis Erdem Uğur'un, manyetik alan konusunda uzman olduğu öğrenildi. Şahsın ikametinde yalnız yaşadığı kaydedildi.

Yapılan incelemelerin ardından mühendis Erdem Uğur'un cenazesi savcının talimatıyla Adli Tıp Kurumu morguna kaldırıldı. Olayla ilgili soruşturma başlatıldı.

15 Ocak 2015 Perşembe

ASELSAN mühendisi evinde ölü bulundu!


ASELSAN’da çalışan mühendis Erdem Uğur (28) evinde ölü bulundu.

Mühendis Uğur’un 2 gündür işe gitmemesi üzerine arkadaşları evine çilingirle girdi. Arkadaşları Uğur’u yanında mutfak tüpü, tüpün hortumu da yatağın içindeyken ölü halde buldu.

14 Ocak 2015 Çarşamba

Twitter ve Facebook için kapatma kararı!



MİT tırlarının Adana’da durdurulmasına ilişkin tutanakları yayınlayan tüm internet sitelerine erişimin engellenmesi için mahkeme kararı alındı.

Hürriyet Gazetesi'nin haberine göre, MİT tırlarının Adana’da durdurulmasına ilişkin tutanaklar dün internette yayıldı. Bunun ardından tutanakları yayınlayan tüm internet sitelerine erişimin engellenmesi için mahkeme kararı alındı. Karar, Twitter ve Facebook gibi sosyal paylaşım sitelerine de erişimin engellenmesini içeriyor. Ancak Twitter’ın tutanakları yayınlayan hesabı karartmasının ardından söz konusu engelleme kararının Twitter için uygulanmayacağı belirtiliyor.

"ŞU ANDA SÜREÇ YÜRÜYOR"
Edinilen bilgilere göre, şu an itibariyle engelleme kararı alınan diğer sitelerde ise içeriğin kaldırılıp kaldırılmadığına bakılıyor. Söz konusu içerik kaldırılmışsa engelleme kararı uygulanmayacak, ancak kaldırılmamışsa engelleme kararı yürürlüğe girecek. Bilgi veren bir  yetkili, “Tutanakların yer aldığı birçok site için mahkeme kararı var. Şu anda süreç yürüyor” dedi.


Cihan

13 Ocak 2015 Salı

Kevser Suresi’nin Fazilet ve Sırları

  • Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: "Kim Kevser suresini okursa, Allah’u Teala ona cennet nehirlerinden su içirir. Kulların her bir kurban bayramı gününde kesmiş oldukları her kurban veya Allah’a manen yaklaşmak için kesilen nafile kurbanların sayısınca kendisine on hasene yazılır."(1)

Rivayet Edildi ki:

  • Her gün okumak, hısımların kimini engeller. 
  • Sabah istediği saatte uyanmak isteyen, yatmadan önce 3 kere okursa, maksadı hasıl olur.
  • Her türlü meşru hacet için, yağmur yağarken 100 kere okuyup dua ederse, muradı hasıl olur.
  • Allah’u Teala buyuruyor ki: "İzzetime yemin ederim ki, Kevser suresini kim inanarak ve sevabını umarak okursa, onu affederim."
  • Her kim Cuma gecesi 1000 defa bu sure 100 defa da Salavatı Şerife getirir de yatarsa, o gece Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i rüyada görür.
  • Bu sureyi üzerinde taşıyan kişi, her türlü kötülüklere karşı güvenceye alınır.

9 Ocak 2015 Cuma

Hz. Ömer (R.A.)

Hz. Ömer (R.A.) vefat etmişti.
Cenaze namazı kılınıp, dualar edildikten
sonra tüm cemaat yavaş yavaş dağılmaya başladı.
Ancak Hz. Ali (R.A.) gitmeyip, kabrin kenarında bekliyordu.
Hz. Ömer'in sual meleklerine nasıl cevap vereceğini öğrenmek istiyor ve kabri
seyrediyordu.
Biraz sonra beklenen melekler gelip, dünyadan gelen herkese sordukları soruları
Hz. Ömer'e de sormaya başladılar.
Meleklerden biri;
Rabbin kimdir, Nebin kimdir, diye sormaya başladı.
Meleklerin bu sualleri karşısında hiddete
gelen büyük halife, melekleri sorguya
çekmeye başladı;
Siz kimsiniz, buraya nereden ve niçin geldiniz,
sizin derdiniz ne de beni gelir gelmez suale
çekiyorsunuz, diye sormaya başlayınca
melekler, onun diğer insanlar gibi olmadığını
anladılar ve sorularına cevap vermeye
başladılar.
Biz yedi kat semadan, beş yüz senelik
mesafeden, buraya sana soru sormak için
geldik.
Bizi bu vazifeyle Allah vazifelendirdi.
Biz Münker ve Nekir melekleriyiz ve herkese
aynı soruları sormak bizim vazifemizdir.
Melekleri sonuna kadar dinleyen Hazreti
Ömer, sorularına devam etti;
Siz yedi kat semadan geldiğiniz halde, Allah'ı
unutmadınız mı, diye sorunca melekler,
kendilerinin vazifelerinin Allah'a ibadet etmek
olduğunu ve unutmadıklarını söylediler.
Melekler bu cevabı verince, Hazreti Ömer
daha da hiddetlendi ve şunları söyledi;
Siz o kadar uzak yerden geldiğiniz halde
Allah'ı unutmadınız da, ben iki karış toprağın
altına girmekle mi, Allah'ı unutacağım..?
Ayrıyeten size diyecek iki çift lafım vardır;
Bir daha Ümmeti Muhammed'e bu kadar sert
sormayacaksınız.
Melekler ile Hazreti Ömer arasındaki bu
hadiseye şahit olan Hz. Ali, göz yaşlarını
tutamaz ve;
Ya Ömer, hakikaten sen Ömer-i Adilsin.
Hayatın da, mematın da, ümmete rahmet
senin, der ve ağlayarak kabri terkeder..!

Almanya’da ki Medya I

Türkiye’deki akla ne zaman medya kuruluşları gelse hemen bazı gruplar veya holdingler ile bağlaştırılıyor. Buna halkın her kesiminden birine sorarak kanıtlayabiliriz. ‘O gazete yok mu onlar şunlardan. O kanal bunlardan şu kuruluş bunlardan deyimleri çok duyulur.

Peki Medyadaki bu kutuplaşma hangi nedenden dolayı ve ne zaman başladı?

Öncelikle Türkiye’de genel bir kutuplaşma şu an için maalesef kaçınılmaz. Kısa bir şekilde bu grupları veya kutupları isimlendirirsek Hükümet/Devlet ve Hükümet/Devlet karşıtı olarak ayırabiliriz.

17 25 Aralık operasyonlarından sonra Türkiye tarihinde yeni bir sayfa açıldı. Bu operasyonlar ile ilgili herkes yeterince bilgi edindi bazı kesimler bu Devlete bir darbedir dedi halkın geri kalan kısmı ise Türkiye tarihinin en büyük Yolsuzluk ve Rüşvet vakasını kabul ederek bu gidişata bir dur dedi

Fakat bu olaylarda Medyanın rolü neydi hangi medya kuruluşları kimler tarafından yönetildi ve yönlendirildi?

17 25 Aralık operasyonlarından önce ATV Yayın Grubu sahibi Ahmet Çalık veya Çalık Grubu neden bugün ki sahibi Kalyon Grubu veya Havuz Medyası kadar ün sahibi olmadı veya olamadı?

Bu olaylardan önce kaç vatandaş Ekrem Dumanlının veya Hidayet Karacanın kim olduğunu biliyordu? Daha sayılacak olursa Emre Uslu Mehmet Baransu Sedef Kabaş ve daha fazlasını kim tanıyor olacaktı.

Benim gözümde bir senedir Türkiye’de bir Hukuk mücadelesi veriliyor ve bu görevi bu sefer Hukukçular değil Asker değil Medya kuruluşları sürdürüyor. 14 Aralık bunun kanıtını verdi ve vermeye de devam ediyor.

Peki üç milyondan fazla Türkün yaşadığı Almanya da Medya nedir ve nasıl algılanıyor?

Yazımın başında değindiğim Medyaları kişilere veya kurumlara bağlama olayı Almanya da mevcut mudur?

Almanya’nın en büyük Medya Şirketinin sahibini en fazla kaç kişi tanıyor veya tanıma gerekliğini duyuyor?

Bertelsmann yıllık 16 milyar ciro ile en büyük ve en zengin alman Medya şirketi.  Sahibini çoğu kişi bilmez internet de araştırılmadan da kolayca bulunmuyor. Peki bunun nedeni Bertelsmann şirketinin işini kötü yapmasından mı kaynaklanıyor..


Almanya’da ki Medya Yazımın ilk bölümü burada son bulmakta ikinci bölümde Almanya’daki Medya şirketlerini analiz etmek üzere görüşmek dileğiyle..


8 Ocak 2015 Perşembe

Barcelona'dan flaş karar

Barcelona Kulübü, FIFA ile olan tüm kurumsal ilişkilerini askıya aldı.

Bu karar ilk olarak "Altın Top" gala gecesinde yaşanacak. Bu galaya resmi davetli olan Barcelona Yönetimi'nden kimse katılmayacak. Barcelona futbolcularının da bu gecede yer alması beklenmiyor.

FIFA'nın Barcelona'nın 18 yaş altındaki oyuncuların transferinde usulsüzlük yaptığı gerekçesiyle Katalan ekibine iki dönem transfer yasağı getirmesi yönetimi harekete geçirdi. FIFA karşısında alınacak kararlar masaya yatırıldı ve dünya futbolunun patronuna karşı savaş açıldı. Barcelona Başkanı Josep Maria Bartomeu, FIFA'nın bu kararından dönmemesi halinde kendilerinin de bu kuruma karşı bir dizi önlemler alacağını söyledi. FIFA başkanı Blatter'e önümüzdeki günlerde sert bir mektup göndereceklerini de vurgulayan Bartomeu "Bu konu burada henüz kapanmamıştır" uyarısı yaptı. Başkan Bartomeu, FIFA'ya karşı açtıkları mücadeleyi kazanacaklarını da hatırlatarak, bu dava nereye kadar giderse gitsin takipçisi olacağız" diyerek sözlerini tamamladı.

Reza Zarrab İranlılara röportaj verdi

Büyük yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasının kilit isimlerinden Reza Zerrab, İran haber sitesi Eghtesadnews’la yaptığı söyleşide İran’da halen tutuklu olan Babek Zencani’yi suçladı. Bazı isimleri açıklama resti çekti

Röportajda İran’da yaptığı milyar dolarlık yolsuzluk suçlamaları nedeniyle tutuklanan Zencani’nin kendisinin “patronu” olduğu iddialarını yalanlayan Reza Zerrab, Zencani’nin dürüst biri olmadığı konusunda iki yıl önce İran yönetimini uyardığını iddia etti. 

Cumhuriyet Gazetesi'nin haberine göre Zerrab'ın , “İran kim olduğu belli olmayan birisine milyarlarca Avro para verip şimdi de bu paraları geri alamıyor. Halbuki ben iki sene önce bu adamın (Zencani’nin) dürüst olmadığı ve onları dolandıracağı konusunda İran’ı uyarmıştım. Gerekirse İran’da uyardığım kişilerin adlarını belgeleriyle açıklayabilirim” dediği iddia edildi. İran yönetimine de seslenen Zerrab, “Yerim yurdum belli. Suçluysam gelin beni alın” dediği belirtildi.

Siteye verdiği röportajda “hakkındaki yolsuzluk iddialarına anlam veremediğini” belirtmesi dikkat çeken Zerrab,“madem o kadar suçluyum neden beni gelip almıyor ya da Türkiye’den istemiyorlar” dedi.

 ‘İran bankasıyla çalışmadım’

İran Merkez Bankası için çalışmadığını belirten Zerrab, bankayla tek bir Riyal transferi bile yapmadığını, İran Petrol Bakanlığı’yla da para transfer etmediğini öne sürdü. Zerrab, “Bakanlığın kendisiyle değil. Burada şirketler ve bankalar bizim müşterimizdi. Tüm müşterilerimiz için de bunu yapıyoruz” dedi.

Sitenin haberinde Zerrab'ın, eski İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad yönetimiyle çalışıp çalışmadığı sorusunu, “Ahmedinejad hükümetiyle herhangi bir ilişkim olmadı” şeklinde cevapladığı belirtildi.

Fransa'da 3. saldırı şoku!

Paris'in Malakoff semtinde iki trafik polisine, yan yoldan çıkan araçta bulunan bir kişi tarafından iki el ateş edildiği belirtildi.

Türkiye saati ile 09.30'da meydana gelen saldırıda bir polis yaralandı. Yaralanan polis, hastaneye kaldırıldı. Bölgeye ambulanslar gönderildi.
AFP, Paris 'in güneyindeki Porte de Chatillon semti yakınlarındaki saldırının ardından bir kişinin gözaltına alındığını bildirdi.
Olayın dün mizah dergisi Charlie Hebdo 'nun Paris'teki merkezine yapılan saldırıyla ilgisi olup olmadığı araştırılıyor.
3. PATLAMA
Fransa 'nın doğusundaki Villefrance-sur-Saone kentinde cami yakınında yer alan bir kebap restoranında patlama meydana geldi. Fransız AFP ajansı şimdilik can kaybı olmadığını duyurdu.
Yerel yetkililer, bunun doğal nedenlerle gerçekleşmiş bir patlama olmadığını ve soruşturma başlatıldığını bildirdi.
Patlamanın dünden bu yana Fransa'da yaşanan diğer olaylarla ilgili olup olmadığına dair henüz bir bilgi bulunmuyor.
Fransa dün öğlen saatlerinde, Charlie Hebdo dergisine düzenlenen silahlı saldırıyla sarsıldı. Ülkenin en önemli çizerleri dahil 12 kişinin öldürüldüğü saldırının üç şüphelisinden biri teslim oldu, diğer ikisi ise hâlâ aranıyor.
Bugün de sabah saatlerinde Paris'te silahlı bir kişi, trafik polisine ateş açtı. Kadın polisin ölüm kalım savaşı verdiği ve saldırganın kaçtığı gelen bilgiler arasında.

Fransa'da korkutan gelişme

Gece yarısından sonra düzenlenen saldırıda camiye el bombası atıldı. Caminin ayrıca kurşunlandığı da belirtildi. Bölgesel Le Maine gazetesi kurşunun caminin camına isabet ettiğini aktardı Ayrıca cami yakınında henüz patlamayan 3 el bombası daha bulunduğu kaydedildi. Olayla ölen ya da yaralanan olmazken polis geniş çaplı soruşturma başlattı. Le Figaro gazetesi, Müslüman bir ailenin aracına seyir halindeyken ateş açıldığını yazdı
Dün ayrıca Port-la-Nouvelle'de bir mescide yönelik saldırı gerçekleştirilmiş, Villefranche'da da bir cami yakınında patlama meydana gelmişti.

Cihan

7 Ocak 2015 Çarşamba

Yolsuzluk ve rüşvet operasyonun savcısı dosyanın detaylarını anlattı

Celal Kara, "Teknik yönden dosyanın aleyhine söyleyecekleri bir şey yok. Dava mahkemenin önüne gitseydi, tartışılmaya başlansaydı nereye gideceği belliydi. Şuna herkes inansın ki, dosyam ‘kapı gibi sağlam’dır.” dedi.

İşte Saygı Öztürk'ün o yazısı:

Celal Kara, 18 yıllık Cumhuriyet Savcısı…

Bunun 6 yılını “özel yetkili” olarak geçirdi. Yani terör ve organize suçları soruşturdu. Elinden binlerce uyuşturucu, silah, terör, organize suç örgütü dosyaları geçti. Kendisine “En iddialı, en kapsamlı, en çok belgeli dosyanız hangisidir?” diye sorduğunuz zaman hiç düşünmeden “Reza Zarrab, üç bakan ve çocuklarıyla ilgili dosyadır” diyor.

Peki, bu nasıl kapsamlı, kanıtlı dosyadır ki, soruşturması elinden alındıktan sonra Cumhuriyet Savcısı Ekrem Aydıner, “takipsizlik” veriyor. Peki, nasıl kapsamlı, bu kadar kanıtlı dosya ki TBMM’de oluşturulan Soruşturma Komisyonu’nun AKP’li üyelerinin tamamı “bakanları aklayan” karara imza atıyor. Siyasetçiler konuştu, o hep sustu. 17 Aralık soruşturmasını başlatan, bakan çocuklarını gözaltına aldırınca soruşturmadan alınan Cumhuriyet Savcısı Celal Kara, sessizliğini bozdu.

İşte anlattıkları:

İnsanlık tarihinin en dolu dosyasıdır

“Çok iddialı konuşuyorum; 18 yıllık meslek hayatımda bu kadar delilli, mesnetli dosya görmedim. En dolu dosyadır. Dahası, insanlık tarihinde gelmiş geçmiş en kapsamlı dosyadır. Daha bunun ötesi yoktur. 25 Aralık soruşturmasının da bu kadar dolu olduğunu sanmıyorum. Dosyamda hiçbir usulsüzlük olmamasına rağmen asrın yolsuzluğunda, yapılanlar da asrın hukuksuzluğudur.

Savcının takipsizlik kararında, ‘Bu kadar basit gerekçeyle hâkim dinleme kararı vermemesi gerekir’ diyor. Hâkim dinleme kararı verdiyse, buna savcının karışma yetkisi yok. ‘Delil yetersizliği’ni gerekçe gösterip takipsizlik veremiyor, ‘usulsüz delil elde edilmiş’ diyor. 32 ayrı hâkimden karar alınmış. İddialı olarak söylüyorum: Usulsüz delil elde edilmiş değil. Dosyamda, bir tane bile usulsüz delil yok. Dinleme kararı, dinlemenin uzatılma kararı alınmış, hepsi elden geçirilmiş. Takipsizlik kararını da usulsüz dinlemeden veriyor. Çünkü sığınacak bir başka şey yok. Bu da dayanaksız bir gerekçedir.”

Delil türü ve sayısı çok kapsamlı

“Savcının ‘takipsizlik’ kararıyla o dosya ebediyen kapatılmış olmaz. Dönem değişir, bir sayfalık bir belge, o dosyanın yeniden açılmasını sağlar. TBMM’de komisyon üyelerine baskı yapıldığına ilişkin basında hayli haber yayınlandı. Ben baskı değil, gönüllü bir anlaşmayla karar verildiği kanısındayım. Bir soruşturma dosyasında bulunabilecek en çok delil ve delil türü, sayısı, ‘şu da olmalıydı’ denilebilecek her belge bol bol mevcut. Aramalarda, tapelerde, takiplerde, ulaşılan belgeler arasında yok yok. Delil yönünden zerre kadar sıkıntı olmayan örnek bir dosya hazırlamıştık. O yüzden üstüne basarak bir kez daha söylüyorum: İnsanlık tarihinin en delilli, en mesnetli soruşturma dosyası Reza Zarrab, bakanlar, çocukları, banka genel müdürü dosyasıdır.”

Hepsi mahkûmiyetle biterdi

“Eğer dosya elimizden alınmamış, iddianame hazırlayıp mahkemeye sevk etmiş olsaydık, dosyamızda şüpheli olarak yer alanların hepsi çatır çatır mahkûmiyet alırdı. İşte, böyle olacağı bilindiği için dosya elimden alınıp başkasına verildi. Davanın mahkûmiyetle biteceğini, şüphelilerin çok güvendikleri hukukçuların da söylediği yolunda duyumlarım vardı. İşte, bundan sonra dosyanın takipsizliğe gideceğini tahmin ediyordum ve nitekim de öyle oldu. Çünkü bu dosya için hiçbir hâkim beraat kararı veremezdi.

Böyle bir takipsizlik gerekçesi olur mu? Tam 4 sayfa Reza Zarrab’ın cari açığı kapatması övülüyor. Bu bir ayıptır, hukuk metninde böyle bir şey olamaz. Cari açığı kapatıyorsa bu işlenen suçu ortadan kaldırmaz.”

Dosyam kapı gibi sağlam

“Teknik yönden dosyanın aleyhine söyleyecekleri bir şey yok. Dava mahkemenin önüne gitseydi, tartışılmaya başlansaydı nereye gideceği belliydi. Şuna herkes inansın ki, dosyam ‘kapı gibi sağlam’dır. En ufak bir hukuk hatası olmadığı konusunda iddialıyım.

Nasıl ki dosya için takipsizlik kararı verileceğini bekliyorsam aynı durumun TBMM Soruşturma Komisyonu’nda da, bakanların Yüce Divan’a sevk edilmeyeceğini tahmin ediyordum.”

Şimdi eski bakanlarla ilgili Genel Kurul kararı bekleniyor. Ama şaşırtan bir karar da beklemeyin…

Zannetme

Zannetme

Zannetmeki gelip geçer içimde seni düşlediğim geceler,

Bitmeyecek sana karaladığım sayfa sayfa nağmeler;
Bildiğin tek şey acı vermek olsada,

Sessizce sana göz yaşı dökecek bu gözler.  
Zahmet etme ben uçup gidiyorum kalbinin kara perdelerinde
,
Caddeler sana dair bir fotoğraf olsada soğuk rüzgarın esintisinde,
Sana Düşlerinden bir hatıra bıraktım ve seni kalbimde eski bir fotoğraf gibi yaktım;
Seni sessizce hissetmek zor olsada her nefes alıp verişimde,
Zahmet etme ben düşler dolu valizimi alıp gidiyorum; hangi türden yaş dökülsede gözlerinde..Gölgesinde ezilip zulümle bana hitab eden nefsime sesleniyorum,
Senelerce beni yerden yere çalmakla meşguldün,

Beni zehirlerle boğup  yerlere düşürdün,
Şimdi hasret zamanı,
Senden zehrü ziyan ettiğin hayatı alıp isteklerini körleştirme ânı,
Ben almayacağım artık en sevdiğim elmanın tadını,

Evet; Bendende sana dualı "zulüm" var;Çünki sen mafvettin hayatımı,
Karı kız peşinde harcattığın her dakikaları,
Ey Nefsim ;Anlını secdeye koyup ÖDEME ZAMANI  

hapsettim seni kalbime. suçun beni sevmekti. cezası müebbet.
aşkımla besleyeceğim seni hergün. kalbine yaslanacağım bende o hapiste...

Fransa'da katliam gibi saldırı! En az 11 ölü!


En az 10 kişinin ölümüne neden olan saldırganlar kaçtı. Derginin Paris'in 11'inci bölgesindeki Nicolas Apper Caddesi'nde bulunan merkezine saat 11.30 sularında (TSİ 12.30) silahlı iki kişi tarafından saldırı düzenlendi. Reuters ve Fransız AFP saldırıda en az 10 kişinin öldüğünü bildirdi. 

Saldırganlar kaçarken olay yerinin yakınında bulunan bir polis aracını da hedef aldı. Görgü tanıkları, saldırı sırasında en az 30 silah sesi duyduklarını belirtti. Paris Emniyeti, silahlı saldırı olayının dergi binasının girişince yaşandığını doğruladı.

Düşünce

Değerli okurlar ilk yazımda seçtiğim kategoride kullanmış olduğumuz kelimeyi anlatmaya çalışacağım, şöyle ki: Düşünce aslında hayatımızın her alanında çok kullandığmız bir kelime olmakla beraber çok etkileyici bir mahiyete sahip, bıçak misali zarar verebilirsin veya yardımcı olabilirsin ve o an bıçak ya nikmet yada nimet olur. Aynen, düşüncede hayır veya bela getirir, yalnız bunun idrak edilmesi çok zor olabilir vede mahiyet olarak da çok daha büyük felaketlere yol açabilir. Kainatın iftihar tablosu olan Hz. Muhammed (s.a.s) bir gün şöyle diyecekti: “Ameller (başka değil) ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti ne ise eline geçecek odur[...]” (Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1; Müslim, İmare, 155; Ebu Davud, Talak, 11) .ve “Mü’minin niyeti, amelinden hayırlıdır.”(Mecmeu’z-Zevâid, I/61,109) Bu hadis-i şeriflerde de göründüğü gibi niyet yada düşüncenin islamiyette amelden daha önemli bir statüye konulmakta bunun nedeni ise insanın eline verilen imkan, misal: Ben, yani aciz insan, düşüncelerimi kontrol edebilirim ve bu yönlede düşüncemin hesabını vermek zorundayım ve mükellefim; fakat kaderin neler getireceğini ve fiziksel alemde nelere sebebiyet verdiğimi bilemem ve bu yönle mükellefiyet kalkar. 

Geçenlerde bir alimin, düşüncede israfa girmeyin! haykırışlarına şahit oldum, bu da tekrardan düşüncenin elimizde oldğunun altını çizen ama başka bir konuya gireceğinden böyle bırakiyorum. 
Önemli olan bunun Islamiyetin bakış açısı olduğunu kavramak ve içtihadını kesin ama kesin küçük dahi olsa hatalardan arındırmak, içtihadında yamukluğu bulunanın kolayca kafir yada münafık kategorisine girebileceği en büyük gerçek olarak kabul edilmesi lazım, amelinde eksiklik ve yamukluğu olanından da daha kötü durumdadır böyleleri. 

Laf olsun diye (haşa) Sahabele Efendilerimiz, dünyadayken Allah’ım üzerimizdeki yük çok ağır beni ağıç, taş ,toprak olarak yaratsaydın (Isyan mahiyetine girmeden) demedi.

Konuya böyle bakmakla düşünmenin bizim en büyük hürriyetimiz olduğu gibi belkide en zor hesap vereceğimiz konuda olacak. Evet bu yalnızca insana verilirmiş bir yük, mükellefiyet vede hürriyet olduğu gibi fenomenal bir nimet. Ünlü bir felsefeci olan franzız asıllı Rene Descarts bir gün şöyle demişti: „Cognito ergum Sum ” yani „ Düşündüm yani Varım“ , felsefeci burda Düşünce insanı insan eden tek ve en önemli unsur olarak ve onsuz hayvanlardan bir farkı kalmayacağını ifade etmekte, bu ifade felsefenin bizim konuya ne dedğinin de aynı zamanda fıhristidir. 

Baştaki misal gibi biz bu bıçağı ne yolda kullanırsak ona göre bir gelecek beklemetedir bizi. Nimet olarak Tevekkülün, hüsnü zannın, uhuvvetin, diyaloğun…bir Gülü; Nikmet olarak da nifakın, yalanın, kaosun, zinanın…bir Dikeni olur düşünce. Ve bize ya cehennemin yada Cennetin (inşallah)  kapıları ardına kadar açar. 

Her Cuma Hutbede dinlediğimiz/aldığmız öğüt ne güzel: […] „Sizdüşünüp tutunuz diye size öğüt verilir, umulur ki öğüt alırsınız.“
Bu konuda Siz ne düşünüyorsunuz?

Mehmet Bekaroğlu'ndan AKP'nin kuruluşuyla ilgili bomba iddia!

AKP ’nin, Milli Görüş’ten kopan Gül, Erdoğan ve Arınç’ın başını çektiği bir grubun Amerikalılarla vardığı “anlaşma” ile kurulduğu iddiası ortalığa saçıldı. İddialara göre Amerikalılarla görüşmelere katılanlar arasında Dilipak’ın kendisi ile Zaman yazarı Ali Bulaç da varmış. Amerikalılar, AKP kurucularına, onları iktidara taşımayı; “sıkıntı yaratacak unsurları opere etmeyi”; “gerekli finansal destekleri sağlamayı” vaat etmişler; buna karşılık onlardan da, İsrail’in güvenliği; Büyük Ortadoğu Projesi; “İslam’ın yeniden yorumlanması” konularında yardım beklediklerini söylemişler. AKP’nin kuruluş dönemleri aslında Milli Görüş içerisindeki “yenilikçi-gelenekçi” ayrılığına dayanıyor. O dönemin canlı tanığı eski Refah Partili şu anda CHP Genel Başkan Yardımcısı olan Mehmet Bekaroğlu ... Bekaroğlu o dönemi ve kimi kirli pazarlıkları BirGün’e anlattı.  

İşte Birgün Gazetesi'nde Mehmet Bekaroğlu röportajı...

AKP’nin Amerika Birleşik Devletleri ile uyumlu bir politika izlediği herkesin malumu. Ancak ABD’li yetkililerle direkt görüşülüp bizzat onlar tarafından kurulduğuna dair anılar, anekdotlar saçıldı. Siz o dönem Fazilet (yenilikçi-gelenekçi) ayrılığının tanığısınız. Doğru olabilir mi anlatılanlar?

AKP’nin bizzat ABD tarafından kurulduğuna dair kimsenin elinde somut bir delil bulunduğunu sanmıyorum. Anılar ve anekdotlar, Erbakan Hoca’yı iktidardan indiren 28 Şubat müdahalesini ve RP-FP’nin kapatılmasının ABD tarafından desteklendiğine dairdir. Erbakan Hoca’nın birçok açıdan dünya sistemini (ve elbette ABD’yi) rahatsız ettiği malum. O dönem için de Refah Partisi’ne alternatif olabilecek bir parti yoktu; alternatifi kendi içinden çıkartıldı.

Nasıl yapıldı bu?

Önce Refah tabanı korkutuldu, sonra da içlerinden çıkan “ılımlılar” desteklendi. Bunun için fazla delil aramaya gerek yok; olup bitenlerle ilgili Batı basınında yazılanlara bakmak bile yeterli.

O dönemki ayrılıkta direkt bir dış müdahale hissettiniz mi?

Hissettiklerim bir yana Erbakan Hoca’nın yanındaydım ve bazı olaylara şahit oldum, şahit olmadığım bazı olayları da Hoca’dan dinledim.

Ne gibi olaylar?

Bazı isimler geldi ve Hoca’yı neredeyse tehdit ettiler; “şöyle yapmazsan şöyle” olur diye. Yine bazı etkili çevrelerden yenilikçiler konusunda kendisine telkinler yapıldığını biliyorum. Fazilet Partisi davası Anayasa Mahkemesi’nde görülürken yenilikçi kanadın göklere çıkartıldığı; Batılı ülkelerin temsilcilerinin kapılarından ayrılmadığı bilinen bir şey. Hoca ve çevresindeki bizler; her şeyin sorumlusu, tehlikeli yaratıklar ilan edilirken Erdoğan ve Gül baş tacı ediliyordu.

ABD ile yapılan görüşmeleri Cüneyt Zapsu’nun yürüttüğü söyleniyor. Sizin böyle bir bilginiz var mı?

Sadece Zapsu değil; birçok insan ABD yetkilileri ile AKP kurucuları arasında “kolaylaştırıcı” görevini gördü; iş çevrelerinden, akademiyadan ve gazeteci taifesinden birçok insan.

AKP’yi kuran kadrolar sizin de eskiden tanıdığınız isimler. Bu isimler CIA ve benzeri güçlerin etkisine bu kadar kolay girebilecek yapıda tipler miydi?

CIA’in etkisini bilmem. Bence şöyle oldu; AKP kurucuları “içerideki vesayet güçlerini” dışarıdaki güç odakları ile dengelemeye çalıştılar. Hatırlayın; yasaklı olduğu için milletvekili seçilemeyen ve gazetelerde “muhtar bile olamaz” diye manşet atılan Tayyip Erdoğan, 2003 yılının başında, ABD Başkanı tarafında üst protokolle Beyaz Saray’da kabul edildi. Ne konuştular, hangi sözleri verdi (Bunları belki Zapsu biliyor, belki Ali Bayramoğlu, belki Doğu Ergil bilebilir)? Erdoğan ve arkadaşları iktidar olmak istediler, bunun önündeki engeli de dünya güçleri ile anlaşarak, onların istediklerini yaparak, onlardan aldıkları destekle kaldırdılar.

Bu tarz görüşme-ilişki biçimleri nasıl mümkün olabiliyor?

CIA’yı, MOSSAD’ı bilmem. Ama kanallar vardır...

Birileri haber mi gönderiyor bu kanallara bu konuda bir fikriniz var mı?

Türkiye’den bazı isimler, işadamları, siyasetçiler, akademisyenler, gazeteciler, bunlar sık sık ABD’ye gidip gelirler, Türkiye’de ABD temsilciliklerinden çıkmazlar, kabullerde başköşededirler. Aynı şekilde ABD’deki araştırma kuruluşlarından insanlar gelir, açık kapalı toplantılarda bunlar konuşulur, keza ABD’nin misyon şefleri de bu işleri yapar. Bana sordunuz diye söylüyorum yoksa Ankara’da herkes bunları bilir.

Siyasetin Sonu adlı kitabınızda FP’nin malum kongresini anlatırken MÜSİAD üyelerinin yenilikçileri coşkuyla alkışladığını yani İslamcı sermayenin tavrını belli ettiğini yazdınız. Küresel güçlerle/ABD ile uyumlu bir iktidar alternatifini mi seçtiler?

Evet; MÜSİAD, Anadolu sermayesi diye bilinen, iş dünyasında o dönem yeni yeni palazlanan çevreler Erbakan’a rahatsızdı. Bunlar hem Erbakan’ın Batı ve yerleşik iktidarla kavgalı olması hem de uyguladığı ekonomik politikalardan rahatsızdı. AKP’nin kurulmasında bu yeni zenginlerin önemli bir etkisi oldu. Türkiye ve Türkiye gibi ülkelerde hâlâ zenginlikler devlet eliyle dağıtılır, devlet hala birikim/paylaşım aracıdır. Dönemin merkez sermayesi, Anadolu sermayesini dışlıyordu, onların devlet eliyle dağıtılandan pay almasını önlüyordu. 28 Şubat biraz da bu kavganın bir yansımasıydı. Bakın şimdi bu çevreler, bir çok aracı kullanarak ama en çok kent rantları üzerinden önemli sermaye birikimleri yaptılar.

Eski Milli Görüş kökenli arkadaşlarınızın bu görüşmelerle ilgili fikri nedir? Onlar inanıyor mu böyle bir şeyin olabileceğine? Kamalak da doğruladığına göre kendilerinin de bir bilgisi olmalı.

Sayın Kamalak bazı şeyleri elbette biliyordur. Aslında o dönem; Hoca’nın yanında kalan Milli Görüşçüler; bölünmeyi hep ABD ve İsrail oyunu olarak gördü. Sadece Milli Görüşçüler değil; şimdi TRT ve diğer AKP medyasında önemli yerlere sahip olan bazı insanlar bunları yazdı. Mesela; Nasuhi Güngör’ün, sanırım adı “Yenilikçi Hareket” olan bir kitabı var, bu kitapta AKP’nin nasıl ABD projesi olduğunu anlatır.
***

‘AKP, dünya ekonomik sistemini rahatsız etmiyor ki‘

Erdoğan şu an küresel güçlerden farklı bir politika mı izliyor da bu görüşmeler ortalığa saçıldı?


Bazı konularda; mesela Suriye ve Mısır’da ters düştüler gibi görünüyor. Ama esasen tam olarak böyle değil. AKP, dünya ekonomik sistemini rahatsız edecek farklı bir ekonomik politika uygulamıyor. Ayrıntılarda sıkıntılar olabilir. Böyle olunca da karşılıklı şantajlar, gözdağı vermeler oluyor, hepsi o kadar. Bu yeni durum, yani dünya sistemi ile sorunlar var görüntüsü, iç politika argümanı olarak AKP’nin işine geliyor. Sonra ortalığa bir şeyin saçıldığı yok; Cemaat-Hükümet kavgası dolayısıyla, Cemaat çevreleri daha önce yazılıp çizilen, bilinen şeyleri yeniden gündeme getiriyorlar, hepsi bu.

Hükümet'in bu tavrlarının tarihi bir açıklaması var

Hükümet politikalarının ülkeyi de bölünmenin eşiğine getirdiği aşikar. Samanyoluhaber.com yazarlarından Aydoğan Vatandaş konuyla ilgili 'Atatürk çüler kullanılıyor mu?' başlıklı yazısında konuyu tarihi boyutlarıyla analiz ediyor.

İşte Vatandaş'ın o yazısı:


"Siyaset Ekonomi ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı’nın (SETA) düzenlediği ‘Basın Özgürlüğü’ konulu panelde konuşan Atilla Yayla, Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı’nın gözaltına alındığı ve Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca’nın da tutuklandığı 14 Aralık operasyonun medyaya karşı bir operasyon olmadığını belirterek yakın tarihimizde gazete baskınlarına örnek ‘Oda TV baskınını ve Radikal gazetesi baskını örnek verdi.

Kemalizm ve tek parti dönemi eleştirileriyle ün yapmış Yayla’nın bu söylemi aslında Türkiye’de bazı liberal aydınların özgürlükleri bir bütün olarak algılayamadıkları ve son zamanlarda tek adam ve tek parti eleştirmenliğinden bir başka tek adamcılık ve tek particiliğe savrulduklarının da bir göstergesi.

Bazı toplumlar kendilerini güçsüz hissettiklerinde güçlü görünen liderlerin peşinden gitme eğilimindedirler. Otoriter liderlere yönelme eğilimi toplumsal kriz zamanlarında ortaya çıkar.

1.Dünya savaşı yenilgisiyle Osmanlı ’nın parçalanması ve ulus olarak yaşanan yok olma korkusunun yarattığı toplumsal travmanın sonucu olarak Atatürk güçlü bir lider olarak tezahür etmiş ve Türk toplumunun geniş kesimlerinde tartışılmaz bir kurtarıcı lider olar kabul görmüştür.

1.Dünya savaşından mağlup olarak çıkan iki toplum Almanya ve Türkiye işte bu yaşanan kollektif travmanın sonucu olarak savaş sonrasında otoriter karizmatik liderin cazibesine kapıldılar.

Atatürk geçmişin ihtişamlı dönemlerine dönmenin imkansız olduğunun farkındalığıyla geçmişle irtibatı keserek kolektif travmanın tahribatını azaltma yoluna giderken, Hitler Alman halkına duymak istediklerini söyleyerek Büyük Almanya İmparatorluğu’nu kurabileceklerine inandırdı. Ve fakat sonuç Büyük Almanya değil bölünmüş bir Almanya oldu.

Hitler’in liderliğinde Dünyayı fethedeceği rüyasını gören Alman ulusu, rüyadan uyandığında Almanya’nın ve dahi Avrupa’nın ABD ve Sovyetler Birliği tarafından paylaşıldığını gördüler.

Bugün, Erdoğan 2023 idealiyle, 1923’ün kaybettirdiklerini geri kazanma iddiasında ve Türk halkının en azından bir kısmına bunu inandırmış durumda.

Ak Saray’ın o meşhur toplantı salonunda Atatürk’ün portresinin olmamasının nedeni de bu.

Erdoğan, kendisini Atatürk’ün yerine inşa etmek istiyor.

Osmanlıca konusu, Amerika’yı Müslümanlar keşfetti iddiası, kadın erkek eşit değildir söylemleri hep bu halk kesimlerinin duymak istediği şeyler.

Türkiye’nin 17.büyük ekonomiden 19. büyük ekonomiye düştüğü, toplumun bir kesiminin diğerine adeta düşman haline getirildiği, Güneydoğu’nun neredeyse kopma noktasına geldiği bu dönemde Türkiye’nin, Büyük Türkiye mi yoksa parçalanma noktasına mı geldiğini görmek, ancak görülmekte olan bu kollektif rüyadan uyanmakla mümkün.

Bu rüyayı gördürenler ellerinde güçlü rüya/medya makinesiyle Türkiye’deki tüm kötülüklerin sorumlusu olarak Cemaat’i göstermeye çalışıyorlar.

Atilla Yayla, Oda Tv ve Radikal baskınlarına atıfta bulunurken maalesef dönemin iktidarının o polis ve savcıları görevlerinden alma gücüne sahip olmalarına rağmen almadıklarını ve hatta o operasyonları desteklediklerini de hatırlatmıyor.

Ya da Genel Kurmay eski Başkanı İlker Başbuğ tutuklanmasından cemaati sorumlu tutarken, Erdoğan’ın tıpkı MİT müsteşarı Hakan Fidan örneğinde olduğu gibi kendisi için de bir kanun değişikliğine gitmediğini düşünmek istemiyor.

Dönemin polis müdürlerinin tıpkı bugün olduğu gibi sadece kendilerine söylenenleri yaptıklarını kabul etmek istemiyorlar.

Geçek şu ki, AK Parti yöneticileri bu süreç boyunca işlerine geldiği zaman ‘bunları biz yapıyoruz derken, uluslararası platformlarda bunları cemaat yapıyor’ diyordu.

İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın ‘2002’den beri önce Balyoz, Ergenekon, Sarıkız, Ayışığı bilmem bir sürü isimle bu gidişatın önünü kesmek için planlar, darbe girişimleri yaptılar. Bunları sizlerle birlikte tek yumruk olduğumuz için bertaraf ettik.’ sözleri hala hafızalarda taptaze.

Hal böyleyken, bazı Atatürk karşıtı aydınlarla, Atatürkçü aydınların Cemaat karşıtlığında birleşmesi oldukça sorunlu bir durum değil mi?

Az sayıda da olsa bazı liberal aydınların bindikleri gemiden inmek istememeleri anlaşılabilir.

Peki ya Atatürkçüler, Cemaat’e karşı oluşturulan bu nefret ve düşmanlık algısıyla istedikleri Türkiye’ye ulaşacaklarını mı umuyorlar? Yoksa sadece kullanılıyorlar mı?

Geçen yıl Atatürkçi çevrelerin Pensilvania’da gerçekleştirilen gösterilerinin perde arkasını yazmıştım.

Türkiye’de 14 Aralık medya operasyonlarına yönelik bazı Amerikalı Türkler birkaç yerde bir araya gelerek seslerini duyurmaya çalıştılar.

Duyduklarım doğruysa eğer, bazı Atatürkçü-ulusalcı çevreler de karşılık olarak Pensilvania da gösteri hazırlığındaymış?

Fazla söze gerek yok, kimin eli kimin cebinde, yeterince açık değil mi?"

SAMANYOLUHABER.COM

5 Ocak 2015 Pazartesi

Silivri'de skandal: Cezaevi ısıtılmıyor, içerdekiler hastalandı

Avukat Kemal Şimşek, 22 Temmuz sahur operasyonunda tutuklanan Emniyet Müdürleri ve polisler hakkında hakkında önemli açıklamalarda bulundu.

Twitter hesabından açıklama yapan Avukat Kemal Şimşek, Silivri Cezaevi'nde bulunan müvekkillerinin kış aylarının gelmesine rağmen cezaevi yönetiminin battaniye ve ısıtıcı taleplerini karşılamadığını, bunun sonucunda hastalanmalarına neden olduğunu belirtti. Şimşek ayrıca, tutuklu polislerin aileleriyle görüş günlerinde kendilerine zorluk çıkarıldığını ve bu konu hakkında hafta içerisinde suç duyurusunda bulunacaklarını belirtti.
Cezaevi şartlarıyla ilgili twitter hesabından açıklama yapan Avukat Sıddık Filiz ise cezaevi yönetiminin güvenlik tedbirlerini uygularken zalimane, insanlık dışı ve aşağılayıcı davranışlarda bulunamayacağını ifade etti. Uygulamalarda hukuka uygunluk ilkesinin esas alınması gerektiği çağrısında bulunan Filiz, müvekkillerine reva görülen uygunsuz şartlar hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını belirtti.

İşte Avukat Kemal Şimşek'in o tweetleri;

SİLİVRİ ZİYARETİNDEN ÇIKTIK. HAVANIN SOĞUMASI İLE BİRLİKTE ŞARTLAR DAHA DA AĞIRLAŞIYOR. İDARE TALEPLERE CEVAP VERMİYOR. EZİYET HAD SAFHADA..

MÜV. ERKAN ÜNAL: CEZAEVİ İÇİNDE CEZAEVİ YAŞATILIYOR. DONUYORUZ, ARKADAŞLAR HASTA. BATTANİYE VE ISITICI TALEPLERİMİZ KARŞILANMADI..

MÜV.LERE C.EVİNDE YAPILANLAR İLE AİLELERİNE GÖRÜŞ GÜNLERİNDE YAPILAN EZİYETLERİN TAKİPÇİSİ OLACAK VE BU HAFTA SUÇ DUYURULARIMIZI YAPACAĞIZ..

MÜV.YURT ATAYÜN'ÜN HAZIRLADIĞI 37 SAYFALIK TESPİTLER DOĞRULTUSUNDA KONUYU İLGİLİ TÜM MAKAM, MERCİ VE KURUMLARA TAŞIYACAĞIZ..

KİMSE BU FEDAKAR VATAN EVLATLARINI SAHİPSİZ SANMASIN. TÜM HUKUKSUZLUKLAR KARŞILIĞINI BULANA KADAR SORUMLULARIN PEŞİNİ BIRAKMAYACAĞIZ..

Avukat Sıddık Filiz'in tweetleri;

SİLİVRİ CEZAEVİ YÖNETİMİ VE İDARECİLERİ BİLSİN Kİ, ORADA YATAN VATAN EVLATLARININ BAŞINA BİR ŞEY GELİRSE, HUKUK HESABINI MUTLAKA SORACAKTIR.

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 79.maddesi uyarınca Silivri Cezaevi kurum hekimini derhal göreve davet ediyorum.

1)SİLİVRİ C.EVİ YÖNETİMİNİ HUKUKA DAVET EDİYORUM. CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA K. 63/4 UYARINCA GÖREVLERİNİ YAPMALILAR.

2)CİK 63/4 DER Kİ; ODA VE KISIMLARDA İKLİM KOŞULLARI GÖZÜNE ALINARAK YETERLİYER,IŞIK,ISINMA,HAVALANDIRMA VE HİJYEN SAĞLANIR.

3)AYNI KANUNA GÖRE;CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİN INFAZINDA ZALİMANE, İNSANLIK DIŞI, AŞAĞILAYICI VE ONUR KIRICI DAVRANIŞLARDA BULUNULAMAZ.

4)CİK 6/f;C.İ.KURUMLARINDA HÜKÜMLÜLERİN YAŞAM HAKKI İLE BEDEN VE RUH BÜTÜNLÜKLERİNİ KORUMAK ÜZERE HER TÜRLÜ TEDBİRİN ALINMASI ZORUNLUDUR.

5)SİLİVRİ C.EVİ İDARECİLERİ, SORUMLULUKLARINI BİLMELİ, KANUN,TÜZÜK VE YÖNETMELİKLERLE TANINMIŞ HAKLARIN DIKUNULMAZLIĞINI SAĞLAMAK ++

+ÜZERE CEZANIN İNFAZINDA VE İYİLEŞTİRME ÇABALARINDA KANUNİLİK VE HUKUKA UYGUNLUK İLKELERİNİ ESAS ALMALILAR

6)AKSİ HALDE, İŞKENCE VE EZİYET SUÇLARINI İŞLEMİŞ OLUYORLAR. HER İKİ SUÇ TA TCK.DA DÜZENLENMİŞTİR. HUKUK HERKESE HER ZAMAN LAZIM!

Obama’nın derdi, Erdoğan’ın şansı

ABD uzun Noel tatili sonrası bugün işbaşı yapıyor. ABD'deki siyasi gelişmeler Türkiye'yi de yakından ilgilendiriyor. Özellikle IŞİD konusunda Türkiye'ye bağlı bir konumda bulunan ABD yönetimi biraz da bu nedenle Türkiye'de yaşanmakta olan hukuksuzlukları gündemine yeterli derecede almıyor.

ABD'de yaşanan gelişmeler Türkiye'yi yakından ilgilendrimeye devam ediyor. Amerika'da son olarak yapılan seçimlerde Kongre’nin iki kanadını da Cumhuriyetçiler’e kaptıran Başkan Obama’yı hayli zor bir yıl bekliyor. Bir diğer yandan da Obama'nın IŞİD konusunda atılacak adımlarla ilgili olarak da Türkiye ile yakın temasta bulunması gerekiyor.

Obama'nın Türkiye'ye bu konuda bir nevi bağlı kalması Türkiye'de yaşanan hukuksuzlukların da ABD yönetimi nezdinde ön plana çıkmamasına neden oluyor. BUGÜN Gazetesi Washington Temsilcisi Adem Yavuz Arslan da bu konuyla ilgili olarak kaleme aldığı son köşe yazısında önemli detaylara dikkat çekti.


ABD uzun Noel tatili sonrası bugün işbaşı yapıyor. ABD Kongresi de yarın 114. döneme başlayacak.

Ara seçimlerde Kongre’nin iki kanadını da Cumhuriyetçiler’e kaptıran Başkan Obama’yı hayli zor bir yıl bekliyor.

Öyle ki Amerikan medyası daha şimdiden Obama’nın tarihe nasıl geçeceği üzerine senaryolar yazmakla meşgul.

Obama’nın bu yılki öncelikli gündemi yine IŞİD ve İran olacak. Washington merkezli analizlere göre Obama’nın IŞİD ile olan mücadelesinde radikal değişiklikler beklenmiyor.

Fakat mevcut durumun da sonuca götürmediği açık.

Dolayısıyla Obama’nın önünde zor bir sınav var. Üstelik Kongre’nin iki kanadında da muhalefetle uzlaşmak zorunda. Cumhuriyetçiler’in Obama’yı hayli terleteceği kesin.
Öte yandan yine Washington merkezli analizlerde Suriye kaynaklı sorunların 2015’te de devam edeceği öngörüsü var.

Yani Esed’e karşı bir hamle beklenmiyor.

Bu arada geçtiğimiz günlerde ABD siyasetinin sembol isimlerinden McCain Urfa’da ortaya çıktı.

Kuzey Irak’ta Barzani ile görüştüğü biliniyordu ama Urfa’da Özgür Suriye Ordusu ile toplantı yaptığını kendisi Twitter’dan açıklamasa bilemeyecektik.

McCain gibi önemli bir siyasetçi Türkiye’de, ÖSO ile toplantı yapıyor ama Türk medyasının konudan haberi bile olmuyor!

‘Bir şeylerin piştiğini’ söylemek mümkün ama bunların Türkiye için bir önemi yok gibi. Hükümetin de, yönettiği medyanın da tek gündemi paralel masallar.

Ülkenin itibarını sıfırladılar

Washington’a tekrar dönersek; beklenti Suriye konusunda kalıcı çözümün ancak yeni başkan seçilince olabileceği yönünde.

Obama’nın önünde tarihe geçebileceği yegâne başlık olarak İran ile yürütülen nükleer müzakereler var. Fakat burada da işi hiç kolay değil. İran diplomaside çok başarılı.

Yolun sonunda Obama’yı eli boş bırakabilirler.

Öte yandan Rusya ile adeta yeni bir soğuk savaş yaşanıyor. Ukrayna hâlâ sıcak bir konu. Bir yandan da Küba açılımı var.

İç politika da en az dış politika kadar yoğun. Kongre’nin gündeminde tartışmalı yasalar var. 2016 seçimleri için aday adayları belirlenecek. Hayli uzun sürecek bir ara seçim maratonu geliyor.

Özetle, Obama’nın da ABD Kongresi’nin de başı kalabalık. Yani 2015 Washington için zor bir yıl olacak.

Peki bu durumun Türkiye ile ilgisi ne?

Hükümete bakan boyutu şöyle; Obama’nın IŞİD ile mücadelede Türkiye’ye ihtiyacı var. Dolayısıyla Erdoğan ve AKP hükümetinin icraatlarına karşı hoşgörülü.

Tartışılan konular ABD’nin temel değerlerine ters bile olsa Beyaz Saray, Ankara ile ilişkilerini germek istemiyor. (Bu arada Ermeni diasporasının büyük bir kampanyaya hazırlandığı herkesin malumu. Kulislerde anlatılanlara göre AKP hükümeti bu konuda rahat çünkü Cumhuriyetçiler ‘Biz varken bir şey olmaz’ sözü verdi.)

Hal böyle olunca da Erdoğan ve AKP kurmaylarının ülkeyi tımarhaneye çeviren icraatlarına yönetimden tepki beklenmemeli.

Bu durumun ikinci boyutu ise şu: Obama yönetiminin duyarsız kaldığı antidemokratik uygulamalar konusunda medya ve muhalefet hassas. Özellikle de Erdoğan’ın talimatıyla yapıldığı açık olan 14 Aralık operasyonu sonrası Türkiye ile ilgili çok sert eleştiriler geldi.

Rüşvet ve yolsuzluk dosyalarını ustalıkla sıfırlayanlar maalesef ülkenin itibarını da sıfırladılar.

Son bir yıldır neredeyse tek satır olumlu haber çıkmadı Türkiye ile ilgili.
Bence asıl üzerinde durulması gereken mesele de bu. Çünkü siyasiler gelir gider, politikalar çıkarlara, dönemlere göre değişir.

Fakat ülkelerin, ulusların itibarı kolay kazanılmaz. Uzun yıllar boyu adım adım inşa ettiğiniz imajınız birkaç ayda yerle bir olur.

Telafisi ise uzun yıllar gerektirir. O yüzden yolsuzluk dosyaları sadece kriminal meseleler değil.

Fakat ne Erdoğan ne de AKP hükümeti Türkiye’yi nasıl bir bataklığa sürüklediğini fark edemiyor bile.

Adem Yavuz